SESSİZ MÜCADELENİN CESUR KAHRAMANLARI
Toplum olarak çoğu zaman görmemeyi seçeriz. Bu ay ki yazımızda onları görmezden gelmeyi reddetmeyi ve sizin de bu konudaki bilincinizi artırmayı hedefliyorum: İşte sessiz mücadelenin cesur kahramanları…
Engelli bireyler, aynı şehirde yaşadığımız, aynı yolları paylaştığımız, belki de aynı hayalleri kurduğumuz insanlardır. Ancak onların hayatı, bizim farkında olmadığımız sayısız engelle çevrilidir. Bir kaldırıma rampa yapılmadığında, bir iş başvurusunda “uygun değil” dendiğinde ya da bir etkinliğe erişim sağlanamadığında, aslında farkında olmadan görünmez duvarlar öreriz.Engellilik, bireyin yetersizliği değil, toplumun yetersiz düzenlemelerinin sonucudur. Gerçek engel, kişinin bedensel farklılığında değil; o farklılığa karşı kurulan önyargılarda, ilgisizlikte ve dışlayıcı bakışlarda gizlidir. Çünkü bir bireyin yaşamını kısıtlayan şey çoğu zaman engeli değil, bizim onu görmezden gelişimizdir.
Eğitim hakkı, yaşam hakkı kadar temel bir haktır. Ancak birçok engelli öğrenci, erişilebilir okul ortamlarından, uygun materyal desteğinden ya da kapsayıcı eğitim politikalarından mahrum kalmaktadır. Bu durum, yalnızca bir eğitim sorunu değil; aynı zamanda eşit fırsatlara erişememe sorunudur.
Çalışma yaşamında da tablo çok farklı değildir. İstihdam kotası rakamlarla var olsa da, uygulamada çoğu zaman formaliteden öteye geçememektedir. Oysa her birey gibi, engelli bireyler de kendi yetenekleriyle üretmek, katkı sunmak, bağımsız bir yaşam sürmek ister. Gerçek kapsayıcılık, yalnızca fiziksel düzenlemelerle değil, zihinsel dönüşümle başlar.
Sosyal yaşamda ise görünmez engeller devam eder. Bir binaya girebilmek kadar bir sohbete dahil olabilmek de önemlidir. Kimi zaman bir bakış, kimi zaman bir sessizlik, kimi zaman da iyi niyetli ama yanlış bir merhamet dili, bir bireyi toplumun dışına iter.Oysa empati, yalnızca acımak değil; karşımızdakinin yerine geçmeyi, onun yaşamını anlamayı, aynı dünyayı paylaşmayı öğrenmektir. Gerçek sosyal bütünlük, farklılıkları yok saymakla değil, onları yaşamın doğal bir parçası olarak kabul etmekle sağlanır.
Sosyal hizmet uzmanları olarak bizler, bireylerin güçlenmesini desteklemek, hak temelli bir yaklaşımla toplumun dönüşümüne katkı sunmak için varız. Ancak bu dönüşüm yalnızca meslek elemanlarının çabasıyla değil, tüm toplumun farkındalığıyla mümkündür. Yerel yönetimlerin erişilebilir kentler planlaması, işverenlerin eşit istihdam olanakları sunması, medyanın ayrımcı dili terk etmesi ve bireylerin küçük de olsa adım atması… Hepsi bu zincirin halkalarıdır.Belki de en başta şunu kabul etmeliyiz: “Onlara yardım etmek” değil, birlikte yaşamanın yollarını öğrenmek asıl amaçtır. Her birey toplumun eşit bir parçasıdır ve kimse bir diğerine lütufla yaklaşmamalıdır. Eşitlik, farkları ortadan kaldırmakta değil; farkları birlikte anlamakta saklıdır.Bugün bir kaldırıma rampa yaptığımızda, bir iş görüşmesinde ön yargısız davrandığımızda ya da bir bireyi yalnızca insan kimliğiyle değerlendirdiğimizde, aslında daha yaşanabilir bir dünyanın temelini atıyoruz. Çünkü toplumun asıl gücü, en kırılgan üyelerine gösterdiği duyarlılıkla ölçülür.
Görmediğimiz yerde bir yaşam var… Ve o yaşamın sürdürülebilmesi, bizim onu görmeye cesaret etmemize bağlı.