20 Aralık 2025
Aksaray
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
-1°

KUZUNLARIN İNCİNMESİ AYAĞI

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Merhametin yankılı hüznünden, bir hoş sedasından konuşalım istiyordu. Kınalı kahküllerinin örttüğü, alın çizgilerinin doluluğu vuruyordu gözlerine. Şu içrek dünyanın kahrını boynundaki cevşende gezdiriyor; dilinden duası, elinden tespihi düşmüyordu Emine teyzenin. Sessizdi, durgundu, bir taşımlık canın yükü gözlerinin ferini kesiyordu bazen. Uzaklardan bir şarkı işitiyor, nefesi kesiliyor, isli bir sesi, paslı bir düşü arıyordu gözleriyle. Boştu. Hem duvarlar, hem dünyalar. Keskin ilaç kokusuna sarılmıştı servisin uzun koridorları. Buranın kendine has bir kokusu vardı genzimi yakan. İlacın, idrarın, simsiyah kanların, damar yollarına feda edilen mosmor kolların, yedirilmemiş yemeklerin, değiştirilmemiş çarşafların, hüznün, acının, bir taşımlık canın kokusu. Palyatif servisin ilk saatleri zihnime çizdiğim tablonun, dar kıskaçlı penceresinden işte böyle el sallıyordu Emine teyze. 

İşimi yapıyordum ve fakat içimden hep daha fazlası geliyor, vicdani yükümü heybeme asıp gezemiyordum aceleyle. Duruyordum, onunla sohbet etmeyi, bir derdin ucundan dönmeyi; hüznü mağlup etmenin acısına gömülmeyi, sabah vizitlerinden geçerken yalnızlığın selamını vermeyi, merhamete tutunmayı, ölümle kucak kucağa yaşamayı, nöbet devralırken geceden boşalan yatağı sesimdeki titreyişle sormayı, boş vakitlerimde Emine teyzeye kitap okumayı, onun bir öksüz hayır duasını almayı kendime borç biliyor, üstüme bu kokuyu da ben sindiriyordum. 

Hep aynı şekilde yattığından, yaralar açılıyordu bedeninde Emine teyzenin. Önce pozisyonunu veriyor sonra merhemler sürüyordum morarmış yanlarına. ‘Merhamet yüreğinden eksilmesin kızım.’ demeden göndermiyordu beni. Birden tıkanan nefesi, ardışık öksürmeleri müsaade ettiği sürece konuşuyordu benimle. Dilinden düşmüyordu merhamet. ‘Vazgeçme, kızım. Merhamet senden incinmesin.’ diyordu. Kalbimin sesi Emine teyzenin dudaklarına bürünüyordu. Çok yorulursam ve susarsa vicdanım, Emine teyzem içimde çanlar çalıyor, yıkıcı zelzeleler başlatıyordu. ‘Küçük taşlar da kuzuların ayağını incitir kızım. Aman incitmesin.’ diyordu. Emine teyze içimdeki iyi ile kötünün münasebetini dev bir kibir taşıyla paramparça ediyor, iyi kazanmasa da kötüye geçit vermemeyi öğretiyordu. ‘Yahut iki müspet değer varsa, kuzuların incinecek ayaklarından, sızlayacak canlarından eksiği seç.’diyordu. Sonrası, sonraydı işte. 

Emine teyze hayatıma girdiğinden, onun odasının önünden geçtiğimden beri merhametin yankılı hüznünü dolduruyordum ciğerlerime. Aldığım nefesin göğüs kafesimden taşarak yayılışını, ta tırnak uçlarımda çırpınışını hissediyordum. Çocukluk günlerime çarpıyor, anneannemin serçe parmağını tutarak Salı Pazarı’na doğru yürüyordum ve hatta. 

Seneler seneler evveli, pazarı görüp dönüyorken eve, rengarenk civcivlerin olduğu kutular çarpıyor gözlerime. Çocuğum, bir civcivi dahi tutamıyorum avuç içlerimde. Öyle minik ellerim. Korkuyorum da hem, kar beyazı tenimde izler bırakmasından. Beni ufak ufak ısırmasından. Bilmiyorum tabi onun benden daha çok korktuğunu. Nasıl boyanıp, kocaman kutulara konduğunu. Anneannem pazarlık ediyor, bir ablama bir bana alıyor civcivlerden. Başka kutulara koyuluyorlar. Pembeler, mavilerden uzaklaşıyor. Kopukluk yaşanıyor zihnimde, merhametin hüznü ta o yaşlarda yankılanıyor işte. Yaradan belli ki toprağa katıyor merhameti. İnsanoğlu çiğ süt emse de hamuru baştan merhametle karılıyor.

Anneannem eve çıkıyor, balkondan salladığı ipe pazar poşetlerini üçer beşer takıyoruz ablamla. Anneannem var gücüyle çekiyor. Poşetler çekiliyor, iş bitiyor. En son ipin ucundan; çöp kovası yaptığı boya kutusunu sallıyor ebeciğim. Öğrenilmiş sorumluluktur bu. Nedir diye sormaya ne hacet sevgili okur. İpin ucu boşsa sen dolduracaksın, sarkan ip doluysa alıp cebine koyacaksın. İşte böyle böyle cepler bir çöplerden bir de akreplerden geçilmiyor memlekette. Biz tabi çöplü boya kovasını, mahallenin tenekesine boşaltmaya gidiyoruz. Yüzümüze ekşili ağır bir koku vuruyor, rüzgarın selamıyla. O koku da kendine has, burnunuza geldi biliyorum.

İki baş civciv, yazılı çizili eski karton kutuda, bahçe kapısının bitişiğindeki asmanın altında sessiz sakin bekliyor bizi. Çıkartıp, az bir toprakta oynamaya koyuluyoruz. Korkuyorum, dokunamıyorum yavrucaklara. Aksi gibi benimkinin de kanı bir başka deli akıyor, içinden cevval bir yiğit çıkıyor mübareğin. Koşup kaçmaya yelteniyor fakat ben de elime alamıyorum onu. Ardından gidip geliyorum. Mahallenin sansar kedisi de seyrediyor bizi. Mesafem az açıkken civcivin ardında, saldırıyor hayvancağıza. Ben etraf pembe olur diye beklerken kana bulanıyor. Çizgi filmde değiliz kırmızı kandan anlıyorum, avazım çıkıyor bağırıyorum. Sansar kaçıyor, civciv parça parça serilmiş önümde. Ağlıyorum. Günlerce, gecelerce. Asmanın altına gömüyoruz civcivi. Ablam başına hece taşını bile dikiyor gayriihtiyari. Küçük bir taş ama kuzuların ayağını incitmiyor. İçimin sızısından ona sıra gelmiyor desem daha doğru ve hatta. O küçük taş şişiriyor başımı. Her gün, her gece yalvararak Rabb’e dualar ediyorum başında taşın. Vicdanın yükü taşın bin katına vuruyor kantarlarda. İbre sona dayanıyor. Merhamet o hece taşının üstüne sert sert yazıyor, her akan damlasında gözyaşımın. Anneannesinin serçe parmağı kadar avuçları olan küçük kız, ölüme merhametle başlıyor hayata.

Emine teyzem kuzuların incinmesin ayakları dedikçe, çıkmıyor aklımdan pembe civcivimin hüzne mağlup yankısı. Merhametin hoş sedasını anlatacakken o, ben ölümün minik avuçlarımdan söke söke aldığı saygıya bakıyorum. Neyse diyorum Emine teyze. ‘Sen benden incinme, merhamet benden incinmesin. Küçük kuzuların ayakları da, taşların mağrur duruşları da bana emanet.’  Merhemini sürüyor, üstünü örtüyorum. Gün doğarken, palyatif servisin ilaca ve idrara bulanmış kokusuna çoktan alışmış burnumla nöbeti devrediyorum vesselam.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *